Yine akşam oluyor, karanlıklar iniyor…. Olağan, alışılmış belki de sıradan ve beklendik…
Bulutlara tutunarak ve sonra ondan koparak düşüyor yağmur damla damla… Sokaklar ıslanıyor ve toplanıyor tezgahlar…. Yine akşam, yine yağmur… Kaçışıyor herkes, her şey, birbir…
Ağlamak için akşamı mı beklemiş? Hep böyle mi olurmuş? Geceyi mi beklermiş insan hüzünlenmek için, yada hüzün mü çökermiş ruhuna karanlık çökünce….
Oysa bu sabah… Daha bu sabah..
Ruhumla duyduğum börtü böceğin, çiçeğin çığlıkları, hala kulağında ruhumun… Kim bilir ne zaman, nerde koynuna düşmüş, delice bir var olma heyecanıyla mağrur o bahar çiçeğinin, o çiğli tomurcuğun….
Yakınlarda değil elbette, uzakta çok uzaklarda buradan… Gözlerimle değil yüreğimle gördüm, içimde çırpındı, çıtırdadı kanat sesi, ve kanatlarının rüzgarı yaladı yüzümü, pırıl pırıl kadife tenine dokundum, bilinmedik bir hayata, delice bir özlemle kanat çırpan ipek böceğinin… Bırakılmış bir yumurtaydı… Sadece bir tırtıldı oysa daha dün dut yaprağında…. Şimdi ıslanacak… Belki de yok olacak… Oysa delice hasretti kanat çırpmaya…
Akşam oluyor…
Yorgun ama kararlı…
Tereddütsüz boyun eğecek Güneş biliyor, gururlu ve vakar… Topluyor ışıklarını, kucaklıyor sıcaklığını ve süzülüyor ufuktan sessizce… Ufukta, uzakta bir kızıllık…
Hiçbir şey bitmiyor aslında, hep bitiyor gibi görünüyor yalnızca, hem de bazen en güzel yerinde… Hep yine, hep yeniden başlıyor, durmaksızın… Şimdi başka başka ufuklarda yükselecek kızıllığı, biliyorsun… Işığı ve sıcaklığı onunla… Tertemiz pırıl pırıl, yeni sabahların coşkusuna ortak olacak, biz hiç olmasakta..
Oysa burada karanlık… Akşam…
Güneş çekti ışıklarını, kor oldu o yakıcı ateşi, kızıllığı bile yok artık…. Soğuğa bıraktı yerini…
Şimdi karanlık, şimdi akşam… Bir de yağmur...
Nasıl toparlamalı bu beni? Nerden başlamalı?
Kurur elbet yağmurda ıslanan bedenim.. Peki ya ruhum… Onu nerelere asmalı...